Şu anda biliyorsunuz iki parçalı bir Kıbrıs var. Aslında 1974’ten beri böyle. Kuzeyde Türkler, güneyde Rumlar. İki bölge.
Tabii fiiliyatta gerçeklik bu olsa da, uluslararası topluma göre sadece bir Kıbrıs var: Kıbrıs Cumhuriyeti. KKTC diye bir yer yok. Kuzeydeki topraklar Türkiye’nin işgali altında. Yani Birleşmiş Milletler’e, Avrupa Birliği’ne ya da Batı başkentlerine göre, adanın kuzeyinde “yasadışı bir oluşum” var.
Şimdi gelelim esas meseleye:
Bu bölünmüş Ada’nın önemi, son zamanlarda epey bir arttı. Kıbrıs hem kaynayan Ortadoğu’ya doğru bir uçak gemisi gibi duruyor hem de etrafında epeyce doğalgaz kaynağı var. Yani kendi hâline bırakılamaz. Başta ABD, İsrail ve İngiltere bırakmaz.
ABD ilk kez adaya kalıcı bir askeri üs kuruyor. İngiltere’nin adada zaten iki büyük üssü var. İsrail, hem güvenlik hem enerji işbirliği için Rum tarafıyla ilişkilerini güçlendiriyor. Rusya da boş durmuyor, diplomatik temaslarla dengeyi korumaya çalışıyor.
Peki Ada’daki taraflar ne istiyor?
Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafı –kısa bir dönem hariç– yıllar boyu hep federasyon dedi. İki toplumlu, iki bölgeli, siyasi eşitliğe dayalı bir çözüm önerisi vardı. Ancak Rum tarafının, bir federasyon teklifi olan Annan Planı’nı reddetmesi ve Crans Montana’da masadan kalkmasının ardından Türkiye “federasyon işi bitti” diyerek iki ayrı devlet formülüne yöneldi. Şimdi Ankara’nın önceliği, KKTC’nin uluslararası alanda tanınması. Rum tarafı ise federasyon dışında bir formülü görüşmeyeceğini söylüyor. İki kesim arasındaki bu derin görüş ayrılığı, müzakere masasını şimdilik imkânsız kılıyor.
Velhasıl bu yeni dönem, yeni ittifaklar ve yeni saflaşmalar getireceğe benziyor.
Küresel ve bölgesel aktörler Kıbrıs üzerinde satranç oynarken kimse Adalılara ne istediğini sormuyor.
Ne kuzeydeki gençlerin, ne güneydeki çiftçilerin, ne de barış isteyen iki toplumlu sivil inisiyatiflerin sesi duyuluyor. Oysa belki de adanın kaderi, tam da bu insanların ortak hayallerine kulak verilirse değişecek.