ABD ile Rusya ve Çin arasında yeni bir uzlaşma kurulabilir. Kasıtlı olmayan bir savaş çıkabilir. Lidersiz bir dünya oluşabilir. ABD’siz bir küreselleşme yaşanabilir. Trump’ın “Önce Amerika” politikası başarılı olabilir… Londra merkezli uluslararası ekonomi ve finans gazetesi Financial Times’ın dış politika başyazarı Gideon Rachman yeni dünya düzeninin muhtemel yönünü analiz ediyor:
Donald Trump 20 Ocak günü ABD Başkanı olarak yemin edip makamına yerleşecek. Aynı gün Davos’ta Dünya Ekonomik Forumu başlıyor.
Siyasetin ve iş dünyasının liderlerini bir araya getiren yıllık Davos toplantısı Soğuk Savaş’ın sonundan beri elitler öncülüğündeki küreselleşmenin simgesi haline geldi.
Ama Trump “globalizm” dediği şeyin baş düşmanı. Davos’a katılanlar serbest ticareti destekliyor, Trump ise en sevdiği tabirin “gümrük vergisi” olduğunu söylüyor. Dünya Ekonomik Forumu’nda uluslararası işbirliğine dair sayısız oturum düzenlenirken Trump “Önce Amerika” adını verdiği milliyetçiliğe inanıyor.
ABD, Çin ve Rusya: Hepsi “revizyonist”
Otuz yıl boyunca dünyanın en güçlü ülkeleri büyük ölçüde Davos zihniyetini benimsedi. Bu, ekonomik açıdan karşılıklı bağımlılığın jeopolitik rekabetleri bastırdığı bir dönemdi. Trump, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de geçmişte Dünya Ekonomik Forumu’nda konuşmalar yaptı.
Ama bugün ABD, Çin ve Rusya mevcut dünya düzeninde farklı biçimlerde de olsa radikal değişim isteyen revizyonist güçlere dönüştü.
Putin 2022’de Ukrayna’ya yönelik topyekun işgal harekatını başlatarak Rusya’nın büyüklüğüne dair vizyonu uğruna ülkesinin Batı ile ekonomik bağlarını feda etti. Şi yönetimindeki Çin giderek daha milliyetçi ve Tayvan’a karşı daha tehditkar hale geldi. Trump ise uluslararası ticaret sisteminde ve Amerika’nın müttefikleriyle ilişkilerinde köklü değişiklikler talep ediyor.
Rusya ve Çin’in dünya düzeninde değişiklik talebi o kadar da şaşırtıcı değil. Rusya kaybettiği nüfuzu geri kazanmaya çalışan eski bir süper güç. Çin ise dünyanın kendi emellerine uygun hale gelmesini isteyen, yükselişteki bir süper güç. Bu yüzden hem en kafa karıştırıcı hem de en ciddi sonuçlar getirebilecek olan, Amerikan revizyonizmi.
ABD hâlâ dünyanın en güçlü ülkesi ve en büyük ekonomisi. Dolar dünyanın rezerv parası durumunda ve Avrupa, Asya ve Amerika kıtasının güvenliği Amerikan ittifak sistemine dayanıyor. ABD uluslararası taahhütlerini köklü bir değerlendirmeye tabi tutma konusunda ciddiyse bütün dünyanın buna uyum sağlaması gerekecek.
Gerçekten de böyle olacak gibi görünüyor. Uluslararası ilişkiler alanının önde gelen kuramcılarından Princeton Üniversitesi profesörü John Ikenberry “Liberal uluslararası düzene itiraz edecek revizyonist bir devlet sahneye çıktı. Adı Amerika Birleşik Devletleri. Özgür dünyanın kalbi Oval Ofis’te oturan adamın adı da Trump” diyor.
Ikenberry’ye göre Trump “liberal uluslararası düzenin hemen her unsuruna itiraz etmeye niyetli. Ticaret, ittifaklar, göç, çok-taraflılık, demokrasiler arası dayanışma ve insan hakları da buna dahil.”
“En büyük risk Amerika”
Sonuçta ABD uluslararası statükoyu desteklemek yerine onun bir numaralı yıkıcısı haline gelebilir. Chicago Küresel İlişkiler Konseyi adlı düşünce kuruluşundan Ivo Daalder, “Dünyada karşı karşıya olduğumuz jeopolitik risklerle ilgili her konuşmama Çin ve Rusya’yla başlardım. Ama en büyük risk biziz. En büyük risk Amerika” diyor.
Amerika’nın geleneksel müttefikleri şimdi ABD’nin güç kullanma tarzındaki değişim ihtimali karşısında kendini en ciddi tehdit altında hisseden ülkeler arasında yer alıyor. İngiltere, Japonya, Kanada, Güney Kore, Almanya ve bütün Avrupa Birliği gibi orta güçteki demokrasiler Amerikan piyasalarının açık olduğu dünyaya alışmıştı. Üstelik ABD tehditkar otoriter güçlere karşı güvenlik garantisi veriyordu.
Ama Trump Amerika’nın en yakın müttefiklerine gümrük vergisi uygulayacağını söylüyor ve ABD güvenlik garantilerini de sorgulamaya başladı. NATO’nun karşılıklı savunmaya dair 5. maddesi de buna dahil.
Müstakbel başkan bu yıl bir konuşmasında savunma konusundaki harcama sözlerini tutmayan NATO ülkelerine karşı Rusya’nın “ne isterse yapmasına” izin vereceğini söyledi.
Trump’ın getireceği gümrük vergilerine cevap verilip verilmeyeceği veya bunun nasıl bir cevap olacağı sorusu Batı genelindeki diplomatların zihnini kurcalamayı sürdürüyor. Trump’ın gerçek niyeti hala belirsiz olduğundan doğru yanıtı bulmak daha da zor. Eski ve müstakbel başkan aslında bir iş bitirici olarak anlaşmaya varmak mı istiyor? Yoksa hakikaten devrimci gibi davranıp yerine ne gelecek olursa olsun önce sistemi havaya uçurmaya mı niyetli?
AB’nin ilk tepkisi Trump’ın gümrük vergisi tehditlerinin sadece pazarlık taktiği olmasını ve topyekun bir ticaret savaşı patlak vermeden makul bir anlaşmaya varılmasını ummak olacak. Ama Trump gümrük vergilerini gerçekten uzun süre uygularsa Brüksel’in buna karşılık vermesi muhtemel.
Mesele sadece ekonomi değil
İngiltere ve Japonya gibi diğer ABD müttefikleri ise farklı tepki verebilir. Muhtemelen ABD’nin İngiltere ile küçük bir ticaret fazlası olduğundan İngiliz hükümeti Trump yönetiminin kendilerini gümrük vergisinden muaf tutmasını umacaktır. Böyle olmasa bile Londra ile Washington arasındaki güvenlik ilişkisinin derinliği ve önemi sebebiyle İngiliz hükümeti ABD ile ticaret savaşına girişmeden önce çok ciddi düşünmek zorunda kalır.
ABD ile ticaretinde büyük bir fazla veren Japonya ise Trump’ın gümrük vergileri için çok daha net bir hedef durumunda. Ama Japon yetkililer Tokyo’nun misilleme yapmasını düşük ihtimalli olarak görüyor. İngilizler gibi Japonlar da Trump yönetiminin bir sonraki kozunu oynayıp ABD’nin güvenlik garantilerini masaya getirecek bir hamle yapmayı kesinlikle istemeyecektir.
Yeni bir sınavla karşı karşıya olan tek şey küresel ekonomik düzen değil. Avrupa ve Asya’da müesses güç dengesi de tehdit altında.
Güvenlik konusundaki en tehlikeli revizyonistler ise Rusya ve Çin. Çünkü uluslararası sınırlarda değişiklik ve gerek global gerekse bölgesel güvenlik nizamında yeni ayarlamalar talep eden ülkeler bunlar.
Şi geçtiğimiz günlerde Rusya’daki BRICS zirvesinde yaptığı konuşmada “çalkantı ve dönüşümün başrolde olduğu” yeni global dönemi memnuniyetle selamladı. Putin de Trump’ın seçilmesinden iki gün sonra, 7 Kasım’da Soçi’de yaptığı konuşmada benzer bir vurgu yaptı: “Gözlerimizin önünde yepyeni bir dünya düzeni doğuyor.”
Putin ve Trump zaman zaman aynı woke karşıtı ağızla konuşuyor gibi görünüyor. Rusya Devlet Başkanı Soçi’deki konuşmasında düşmanını “liberal ve küreselci köktencilik” olarak tanımladı. Bunlar aynısını Trump’tan da duyabileceğiniz sözlerdi.
Ama Trump yeni dünya düzeninin Amerika’nın servetini ve gücünü artırması gerektiğine inanırken Putin’in temel amacı ABD’yi küçültmek. Soçi’deki dinleyicilere seslenirken, “esas tehlikeli olan Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrası Batı’nın güç tekelidir” ifadelerini kullandı.
Şi de Batı’nın gücündeki gerilemeyi yeni beliren dünya düzeninin merkezi ve arzulanan bir özelliği olarak görüyor. Çinli lider “Batı’nın gerileyip Doğu’nun yükseldiğini” ilan etmeye pek meraklı. Hem Rusya hem de Çin BRICS’i Batı hakimiyetindeki G-7’ye karşı bir denge ağırlığı haline getirmek istiyor.
Genel ilkeler bir yana hem Putin’in hem de Şi’nin zihninde belli toprak talepleri var. Şu sıralar Washington ve Brüksel’de Rusya’nın işgal ettiği Ukrayna topraklarında kalmakla yetinmeyip Ukrayna’nın güvenlik ve dış politikası üzerinde veto hakkı elde ederek ve Kiev’de Moskova yanlısı bir hükümet kurarak fiilen ülkenin bağımsızlığını bitirmeye kararlı olduğu düşünülüyor.
Batılı yetkililer ayrıca Putin’in savaş öncesindeki taleplerinin Ukrayna’nın çok ötesine uzandığının farkında. Kremlin’in Aralık 2021’de verdiği ültimatomdaki talepler arasında Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra NATO’ya katılan Doğu Avrupa ülkelerindeki bütün NATO kuvvetlerinin geri çekilmesi de vardı.
NATO içindeki varsayım ise Ukrayna’daki savaşın ve Batı destekli Ukrayna kuvvetlerinin Rus güçlerine verdiği büyük hasarın Putin’i daha da radikal düşünmeye sevk edeceği.
Tayvan işgali gelir mi?
Ukrayna’da Rus zaferi algısı Çin başta olmak üzere dünya genelinde de yankı bulur. En bariz ihtimallerden biri Şi’nin bundan güç alıp Asya’daki kendi revizyonist emellerini daha kararlı biçimde kovalaması.
Pekin’in bu konudaki pozisyonu belli. Tayvan’ın uluslararası düzeyde Çin Halk Cumhuriyeti’nin bir parçası olarak tanınmasını istiyor.
Tayvan’daki siyasi idare Pekin’e göre tehlikeli ayrılıkçılar. Amerika’da Şi’nin Çin ordusuna 2027’ye kadar Tayvan’ı fethetmeye hazır olmalarını söylediği yönünde çokça spekülasyon var. Çinli liderin kamuoyu önünde telaffuz ettiği tarih ise 2050. Öte yandan Şi şu an 71 yaşında. Manevi mirasını garanti almakta gecikmek istememesi muhtemel.
ABD Başkanı Joe Biden Amerika’nın Tayvan’ı Çin istilasına karşı korumak için harekete geçmeye hazır olduğunu defalarca söylemişti. Gelgelelim Trump’ın böyle bir taahhüdü yok. Üstelik gerek Şi’ye gerekse Putin’e hayranlığını sık sık dile getiriyor.
Trump’ın revizyonist Önce Amerika ajandasını nasıl yorumlayacağına dair sorular, müstakbel başkanın uluslararası bir vakum içinde faaliyet göstereceği gerçeğiyle birlikte daha da karmaşık hale geliyor. Trump Moskova ve Pekin’deki revizyonist liderler başta olmak üzere diğer yabancı güçlerin eylem ve tepkilerine de cevap vermek zorunda kalacak.
Hepsi birlikte düşünülünce yeni dünya düzeninin ne yönde evrileceğine dair kesin bir şey yok. Ortada sadece senaryolar var. Gelin beş ihtimale birlikte bakalım.
1-Büyük güçler arasında yeni anlaşma:
Trump iş bitirici karakteri, savaştan kaçınma kararlılığı ve demokratik müttefikleri hor görmesi sebebiyle ABD’yi Rusya ve Çin’le yeni ve büyük bir pazarlığa sokar. Alttan alta Rusya ve Çin’e kendi bölgelerinde nüfuz alanları sağlar. Amerika ise kendi bölgesinde hakimiyetini kurmaya odaklanır. Bir yandan Meksika ve Kanada’yı itip kakarken Panama Kanalı’nı geri almaya ve Grönland’ın kontrolünü ele geçirmeye çalışır. Trump Ukrayna’yı güvenlik garantileri olmadan barış anlaşması yapmaya zorlar. Rusya’ya yönelik yaptırımlar gevşetilir ve Mar-a-Lago’daki Şükran Günü yemeğinde Putin ağırlanır. Çin’le yapılacak olası anlaşmada Amerika’nın Pekin’e uyguladığı teknoloji kısıtlamaları ve gümrük vergileri gevşetilir. Buna karşılık Amerikan malları Çin tarafından satın alınır ve Tesla gibi Amerikalı şirketler için Çin’de rant anlaşmaları yapılır. Trump Tayvan’ı savunmak için savaşma konusundaki isteksizliğini de belli eder. Avrupa ve Asya’daki ABD müttefikleri yeni güvensizlik ortamında kendi savunmalarını sağlamak için boğuşmak zorunda kalır.
2-Kasıtlı olmayan savaş:
Batılı müttefikler birbirleriyle ticaret savaşına girer. Hem Trump’a hem de Putin’e olumlu bakan popülist güçlerin yükselişiyle birlikte siyasi istikrarsızlık Avrupa’ya yayılır. Ukrayna’da ateşkes anlaşmasına varılır ama Avrupa’da Rusya’nın bir noktada aynı düşmanlığı sürdüreceği korkusu yaygın hale gelir. Çin, Rusya veya Kuzey Kore – ya da bu ülkelerden oluşan herhangi bir grup – Batı’daki düzensizlikten faydalanmaya karar verip Asya ve Avrupa’da askeri harekat başlatır. Ama hesabı yanlış yaparlar. Asya ve Avrupa demokrasileri karşılık verir ve neticede 20. yüzyılda iki kez olduğu gibi ABD de çatışmanın içine çekilir.
3-Lidersiz dünya ve anarşi:
Çin, Rusya ve ABD doğrudan çatışmadan kaçınır. Ama Trump’ın ticaret, güvenlik ve uluslararası kurumlar konusundaki Önce Amerika politikaları bir lider boşluğu yaratır. Trump’ın ticaret savaşları yüzünden dünya genelinde ekonomik büyüme baskılanır. Sudan ve Myanmar gibi ülkelerdeki iç savaşlar şiddetlenir.
Birleşmiş Milletler büyük güçler arasındaki rekabet sonucu zayıflar ve müdahale etmeye kuvveti yetmez. Bilakis avantaj ve kaynak peşindeki rakip bölgesel güçler çatışmaları körükler. Haiti gibi ülkeler şiddete ve anarşiye teslim olur. Batı’ya mülteci akışı artar. Liberal demokrasiden hazzetmeyen popülist partiler sosyal ve ekonomik güvensizlik ortamında daha da serpilir.
4-ABD’siz küreselleşme:
ABD gümrük vergisi duvarının arkasına çekilip Dünya Ticaret Örgütü’nden ayrılır. Amerika’daki fiyatlar artar ve ürünler kalitesizleşir. Dünyanın geri kalanı Amerika’daki otarşiye kendi aralarındaki ekonomik karşılıklı bağımlılığı hızlandırarak cevap verir. AB Latin Amerika’yla yeni ticaret anlaşmasını onaylar ve gerek Hindistan gerekse Çin’le yeni anlaşmalara imza atar. Avrupa da kendi pazarını Çinli elektrikli taşıtlara ve yeşil teknolojiye açar. Çin bunun karşılığında AB genelinde fabrikalar kurar ve Rusya’nın Avrupa’ya yönelik saldırganlığını zapt eder. Küresel Güney’in Çin ekonomisiyle entegrasyonu daha da derinleşir ve BRICS hem yeni üyeler hem de nüfuz kazanır. Doların global para olarak kullanımı azalır.
5-‘Önce Amerika’ politikası başarılı olur:
Trump’ın Amerika’nın gücünün karşı koyulamaz olduğuna duyduğu inanç doğrulanır. Yatırımlar ABD’ye yönelerek ülkenin teknoloji ve finans alanındaki liderliği pekişir. Avrupalılar ve Japonlar savunma harcamalarını ciddi şekilde artırır. Bu da Rusya ve Çin’i saldırganlıktan caydırmaya yeter. Amerika’nın gümrük vergileri Çin’in büyümesini ciddi şekilde azaltarak Çin sistemini krize sokar. Askeri, ekonomik ve yurtiçi baskının bir araya gelmesi sonucu İran rejimi nihayet devrilir. Trump’ın hem yurtiçi hem yurtdışındaki itibarı müthiş artar. Amerikalı liberaller sessizliğe gömülür ve bazı Trump düşmanları hapse girer. Borsa yeni rekorlar kırar.
Önümüzdeki dört yılda muhtemelen bu senaryoların tuhaf bir karışımı yaşanacak. Öngörülemeyen başka gelişmeler de mümkün. İtalyan filozof Antonio Gramsci’nin 1920’lerin sonunda yazdığı gibi “Eski dünya ölüyor, yenisi doğamıyor. Bu ara dönemde envai çeşit hastalık belirtisi ortaya çıkıyor.”