Türkiye’de korku eşiği aşıldı.
Gücünün farkına varan bir insan ne yapar?
Daha özgüvenli, daha kararlı, daha bilgece hareket eder.
Galiba bu hikâyede de böyle olacak.
Halk, mücadelesini geliştirecek.
Daha yaratıcı, daha örgütlü, daha dirençli bir biçimde…
Geri çekilmek yok. Yeni yollar, yeni yöntemler bulunacak.
Zaten siyaset bilimciler de otoriter rejimlere karşı hangi tip protestoların işe yaradığını yıllardır söylüyor:
- Şiddet içermeyen ama kararlı protestolar – Çünkü haklılığını kaybetmeden direnmek, meşruiyet sağlar.
- Büyük kentlerde yapılan eylemler – Çünkü ses, şehirlerin kalbinden duyulur.
- Merkezi meydanlarda, kitlesel ve sürekli olanlar – Çünkü kalabalıklar yalnız olmadığımızı gösterir.
- Yeri tahmin edilemeyen küçük, ani ama ısrarla sürdürülen protestolar – Çünkü otoriterliği yorar, şaşırtır, korkutur.
- Ve belki de gençlik bambaşka bir şey yapacak – Çünkü hiçbir mücadele, gençliğin yaratıcılığını hesaba katmadan kazanılamaz.
Belki TikTok’ta bir video olur, belki bir sokak tiyatrosu, belki de herkesin telefonuna düşen bir melodi…
Direniş artık sadece pankartta, megafonda, meydanda değil. Her yerde.
Ama ne yapılırsa yapılsın, bir gerçek artık apaçık ortada:
Gezi’den farklı olarak bu hareket sadece “karşı çıkmak” değil, iktidar istemek üzerine kurulu.
Kimi desteklediği belli. Kiminle yürümek istediği belli.
Yani bu kez umut soyut değil. Umut somut. İmamoğlu ismi bir yol hâline gelmiş durumda.
Eğer bu insanların elinden, “sandık yoluyla iktidarı değiştirme” imkânını alırsanız…
Ee, millet salak değil ki!
Mücadeleyi başka alanlara yayar.
Çünkü artık mesele sadece seçim değil. Mesele bir varoluş, bir gelecek meselesi.
Ve evet, tıpkı o büyük sözdeki gibi:
“Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır.”
Bu mücadele artık her yerdedir.
Sokakta, okulda, dijitalde, sanatta, kahkahada, sabırda, şarkıda, yazıda…
Ve bu defa mücadeleyi kazanma ihtimali hiç olmadığı kadar yüksek.