Yaşadığımız çağda Mars’ı robotik araçlarla keşfediyor, gelecekte ise insanlı görevlerle sınırları zorlamayı hedefliyoruz. Bu nedenle, Mars’ın bir zamanlar ne kadar ulaşılmaz ve gizemli olduğu, gözlerimizi kamaştıran sırlar gibi görünüyordu.
Roketlerin ve uzay yolculuğunun henüz hayal bile edilmediği dönemlerde, gökbilimciler ve astronomlar, teleskopların sınırlarını zorlayarak Mars hakkında bilgiler toplamaya çalışıyorlardı. 19. yüzyılın ikinci yarısı ise Mars’ı hayal etmek ve anlamlandırmak için adeta bir dönüm noktasıydı; çünkü gezegen, bazı gizemli ve büyüleyici özellikleriyle dikkat çekiyordu. Bu dönemde güçlü teleskoplar ve yeni baskı teknikleri sayesinde gökbilimciler, Mars’ın yüzey haritalarını ve çeşitli görsellerini oluşturmaya başladı. Bu ilk gravürler ve haritalar, genellikle hayal ürünü ve spekülatif çizimlere dayanıyordu ve birçok farklılık gösteriyordu.
Ancak, teleskopların sınırlamaları nedeniyle, bu haritalar ve gözlemler genellikle farklılıklar içeriyordu. Bu dönemde bilim ve hayal gücünü bir araya getiren önemli bir figür ise, Parisli Camille Flammarion idi. 1888’de yayımladığı “L’atmosphère: météorologie populaire” adlı eserinde, ilk kez Mars’ın hayali ve gerçek görüntülerini harmanlayan gravürler yer aldı. 1892’de ise, “The Planet Mars” adlı kitabıyla, 17. yüzyıldan başlayıp 19. yüzyıla kadar uzanan tüm Mars gözlem ve araştırma literatürünü detaylıca derledi. Bu çalışmada, Flammarion’un incelediği 572 çizim ve gözlem, Mars’ı anlamamızda önemli bir referans noktası oluşturdu.
Flammarion’un Mars’ı, sadece bir gezegen değil, Dünya gibi evrimsel aşamalardan geçmiş, canlı ve hareketli bir gezegen olarak görüyordu. Ona göre, Mars’ın kendine has özellikleri ve gizemli güzellikleri bulunuyordu. Bu düşünceler ve çizimler, bilimsel hayal gücünü ateşledi ve birçok yazar ve düşünür üzerine ilham kaynağı oldu. Özellikle, H. G. Wells’in ünlü eseri “Dünyalar Savaşı”, Flammarion’un Mars hayali ve gözlemlerinden büyük ölçüde etkilenmişti. Buna ek olarak, o dönemde insanların Mars’a ve oradaki yaşam biçimlerine dair inançları oldukça yaygındı; hatta, Mars’ta yaşam olduğunu ve uzaylıların bizimle iletişime geçmek istediğine inananlar bile vardı. Ancak, Flammarion ve diğer gökbilimciler, “mesafe oldukça büyük, atmosferimiz çok yoğun ve araçlarımız henüz yeterince gelişmiş değil” diyerek, bu hayallere temkinle yaklaşıyorlardı. Yine de, 1800’lerin sonları ve 1900’lerin başlarında, Mars’ta dünyayı istilaya gelen uzaylıların yaşadığına dair pek çok komplo teorisi ve hikâye dolaşıma girmişti, bu da gezegenin gizemini daha da büyütüyordu.