Günlük yaşamımızda suyun ne kadar hayati bir yere sahip olduğunu fark etmesek de, aslında yaşamımızın temel taşlarından biri olduğunu bilmek, onun kıymetini anlamamıza yardımcı olur. Sabah kalkar kalkmaz elimizi yüzümüzü yıkar, kahvemizi hazırlarken, yemeklerimizi pişirirken ve bulaşıklarımızı yıkarken, suyun bu kadar çok yönlü ve vazgeçilmez olduğunu unuturuz. Meyve ve sebzeleri yıkamadan yemeği düşünmek bile zor gelir. Kısacası, suya erişimimiz kesintisiz olduğu sürece, onun büyük bir lüks olduğunu fark etmeyiz. Ancak gerçekler, bu konfordan çok uzak, ciddi bir su krizinin kapıda olduğunu gösteriyor.
İşte burada devreye dünya genelinde suyun durumu ve gelecekte bizi bekleyen tehlikeler giriyor. Dünya yüzeyinde bulunan toplam suyun %97’si tuzlu sudur ve yalnızca %3’ü tatlı su olarak kullanılabilir niteliktedir. Ancak bu tatlı suyun yalnızca %1’inden azı, içme ve kullanma amacıyla erişilebilir durumdadır. Geri kalan büyük kısmı buzullar, yer altı rezervleri, göller, nehirler ve bataklıklarda saklıdır. Ne yazık ki, hızla artan nüfus ve sanayileşme bu sınırlı kaynaklara olan talebi katlanarak artırıyor. Sonuç olarak, kuruyan göller, sığlaşan nehirler ve yükselen su fiyatları, suyun gelecekteki kıtlığını açıkça gösteriyor. Bu durum, sadece kırsal bölgelerde değil, şehirlerde ve gelişmiş bölgelerde de su israfını ve kullanım kısıtlamalarını beraberinde getiriyor. Artık suyun kaynağını bulmak ve kullanmak için kuyulara inmek, hatta suyun peşinde koşmak bile gerekebilir. Belediye ve devletlerin sağladığı kamu hizmetleri ile yüzeysel ve yer altı sularına ulaşmak mümkün olsa da, bu kaynaklar sürekli artan talebi karşılamakta zorlanıyor.
Su, çeşitli arıtma ve temizleme işlemlerinden geçirildikten sonra kullanıma hazır hale gelir. Bu süreçte, yüzey ve yer altı kaynakları, arıtma tesisleri aracılığıyla güvenli hale getirilir ve halka sunulur. Ancak, suyun bu kadar değerli olduğu ve kullanımın sürekli arttığı günümüzde, bireysel alışkanlıklarımızı değiştirmemiz gerektiği açıktır. Eğer suyun kıymetini anlamadan tüketmeye devam edersek, yakın gelecekte suya ulaşımın ciddi kısıtlamalara tabi tutulduğunu ve fiyatların astronomik seviyelere yükseldiğini görebiliriz. Bu noktada, içilebilir su miktarını artırmak mümkün mü? sorusu öne çıkıyor.
Gerçek şu ki, dünyadaki içilebilir su miktarı sabit ve değişmeyen bir kaynaktır. Ancak, bu kaynağa ulaşan insan sayısı hızla artıyor ve bu da suyun sürdürülebilirliğini tehdit ediyor. Bilim insanları, bu sorunu çözmek adına çeşitli yenilikçi yöntemler üzerinde çalışıyor. Bunlardan biri, deniz suyu tuzundan arındırma teknolojisi; bu yöntemle denizlerin tuzlu suyu, enerji ve maliyet açısından yüksek olsa da, arıtılarak içme suyu haline getiriliyor. Ancak, bu işlem enerji tüketimi ve maliyet açısından sürdürülebilir değildir ve her bölgede uygulanabilirliği sınırlıdır. Alternatif çözümler ise, teknolojinin ilerlemesiyle hayatımıza giriyor. Örneğin, MIT’de geliştirilen özel bir jel, havadaki su buharını toplayıp içme suyuna dönüştürebiliyor. Ayrıca, havayı elektrikle soğutarak, özellikle çöl gibi kurak bölgelerde içilebilir su üretimi sağlayan sistemler de geliştiriliyor. Bir diğer umut vaat eden yöntem ise, ‘sis hasadı’ teknolojisi; bu yöntemde, havadaki nemi yakalayan ve suya dönüştüren özel ağlar kullanılıyor. Ancak bu sistemlerin etkinliği, hava koşullarına bağlıdır ve her yerde kullanılabilirliği sınırlıdır. Böylece, teknolojik gelişmeler ve sürdürülebilir su kullanımı stratejileriyle, su kıtlığını aşmak ve gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak mümkün olabilir.