Londra merkezli uluslararası ekonomi ve finans gazetesi The Financial Times’ın (FT) Dış Haberler Başyazarı Gideon Rachman, Suriye’de Esad’ın düşüşü sonrası bölgedeki durumu analiz etti: “Erdoğan’ın Orta Doğu’yu şekillendiren iki güçlü liderden biri olma iddiası haklı. Diğer lider nefret ettiği rakibi Netanyahu.” Rachman’a göre Türkiye ve İsrail, Suriye’de Esad rejiminin yıkılmasından faydalanmak için harekete geçti. Erdoğan ve Netanyahu ise Orta Doğu’nun “güçlü adamı” olmak için yarışıyor:
“Şu anda dünyada liderler arasında zaten iki kişi kaldık. Bir ben varım bir de Vladimir Putin var.” Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan böyle kibirli bir açıklama yaptı.
Şi Cinping ve Donald Trump, Türkiye Cumhurbaşkanı’nın küresel sıralamasına itiraz edebilir. Ancak bölgesel düzeyde Erdoğan’ın Orta Doğu’yu yeniden şekillendiren iki güçlü liderden biri olma konusundaki iddiası haklı. Diğer lider de nefret ettiği rakibi İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu.
Erdoğan’ın bugünkü kibri Suriye’deki rolünden kaynaklanıyor. Türkiye, Esad rejimini deviren İslamcı grup Heyet Tahrir el-Şam’ı desteklemek için tüm ağırlığını koyan tek bölgesel güç oldu. Türkiye’nin istihbarat teşkilatının başındaki isim İbrahim Kalın, HTŞ’nin iktidara gelmesinin hemen ardından Şam’ı ziyaret etti.
Erdoğan uzun zamandır eski Osmanlı İmparatorluğu topraklarında Türk gücünü yeniden inşa etmeyi arzuluyor. Esad’ı devirmek, onun için bölgesel nüfuz adına yeni bir yol açıyor. Ayrıca Suriye’deki Kürtleri zayıflatmak, Türkiye’nin mülteci sorununu hafifletmek ve 2028’den sonra cumhurbaşkanlığına devam etmesine yardımcı olmak gibi potansiyel bir iç getirisi de var.
İsrail’in geçici işgali kalıcı olabilir
Türkiye’nin HTŞ ve Müslüman Kardeşler gibi İslamcı gruplarla kurduğu ittifaklar İsrail ve muhafazakar Körfez monarşileri tarafından ciddi bir tehdit olarak görülüyor. İsrail, donanmasını ve hava kuvvetlerini bombalayarak ve 1967’den beri işgal altında tuttuğu Golan Tepeleri’nin ötesindeki toprakları ele geçirerek Suriye’nin askeri kapasitesini yok etmek için harekete geçti.
İsrail hükümeti bu hamlelerini ihtiyati ve savunmaya yönelik olarak nitelendirdi. Ancak Netanyahu da Erdoğan gibi önüne çıkan fırsatları görüyor. Geçen hafta yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Burada tektonik bir şey oldu, Sykes-Picot Anlaşması’ndan bu yana geçen yüz yılda yaşanmamış bir deprem.”
Osmanlı İmparatorluğu’nu paylaşan 1916 İngiliz-Fransız anlaşmasına yapılan bu atıf kulağa anlamlı geliyor. Orta Doğu çalkalanırken, Büyük İsrail’i savunanlar bölgenin sınırlarını yeniden çizmek için bir fırsat görüyor. Haaretz’den Aluf Benn, Netanyahu’nun “50 yıllık geri çekilmenin ardından İsrail’in sınırlarını genişleten lider olarak miras bırakmaya çalışıyor gibi göründüğünü” yazdı.
Netanyahu’nun koalisyon hükümetinde iyi temsil edilen yerleşimci hareketi, İsrail’in Gazze’nin bazı kısımlarını yeniden işgal etmesi için bastırıyor. Göreve gelen Trump yönetimi İsrail’e işgal altındaki Batı Şeria’nın bazı bölümlerini resmen ilhak etmesi için yeşil ışık yakabilir. Suriye topraklarının “geçici” işgali kalıcı hale gelebilir.
Netanyahu İran’la nihai bir hesaplaşma fırsatını da görecektir. İslam Cumhuriyeti on yıllardır en zayıf konumunda. İçeride muhalefetle karşı karşıya ve Suriye’deki otokrasinin çöküşü Tahran’ı tedirgin edecek. İran, müttefikleri Hamas, Hizbullah ve şimdi de Esad’ın yıkıma uğradığına şahit oldu. Bölgesel vekillerinin kaybına nükleer silah edinme çabalarını hızlandırarak karşılık verebilir. Ancak bu da bir İsrail saldırısına davetiye çıkarabilir. Netanyahu hükümetinin Lübnan’da Hizbullah’a karşı yürüttüğü ve Biden yönetiminin de karşı çıktığı başarılı operasyonun ardından İsrailliler kendinden emin ve radikal bir ruh hali içinde.
İsrail geçtiğimiz yıl boyunca Gazze, Batı Şeria, Lübnan, Yemen, İran ve şimdi de Suriye dahil olmak üzere aynı anda birden fazla cephede savaşma kabiliyetini gösterdi. İsrailliler bölgedeki tek nükleer silahlı güç ve şimdilik ABD’nin neredeyse tam desteğine sahipler.
Netanyahu’nun başarılı bir lider olarak tarihe geçme şansı, Hamas’ın 7 Ekim saldırıları felaketinden sonra zayıf görünüyordu. Yurtiçinde olduğu kadar yurtdışında da derin tartışmalara neden olan Netanyahu şu anda İsrail’de yolsuzluktan yargılanıyor.
Ekonomileri bölgesel hakimiyete yetmez
Erdoğan gibi Netanyahu da amansız bir siyasi direnişçi (ruthless political survivor). Her ikisi de iktidarı on yıllar önce ele geçirdi ve kendilerini kaderin getirdiği adam olarak görüyor. Ancak bölgesel hakimiyet hayalleri benzer zayıflıklardan muzdarip. İsrail ve Türkiye, çoğunluğu Arap olan bir bölgede Arap olmayan iki güç. Arap dünyasında bir Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden yaratma iştahı yok. İsrail de Orta Doğu’da korkulan, güvenilmeyen ve çoğu zaman nefret edilen yabancı bir güç olmaya devam ediyor.
Türkiye ve İsrail’in ekonomik temelleri de bölgesel hakimiyeti gerçekten arzulayabilecek kadar güçlü değil. Türk ekonomisi enflasyon yüzünden harap olmuş durumda. Tüm teknolojik ve askeri gücüne rağmen İsrail 10 milyondan az nüfusa sahip küçük bir ülke.
Erdoğan ve Netanyahu’nun rakip hırsları Suriye’de kolayca çatışabilir. Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin de çıkarları söz konusu olduğu için Suriye, rakip bölgesel güçler için bir savaş alanı haline gelme riski taşıyor.
Geçen hafta Türkler Şam’ın düşüşünü kutlarken ve İsrailliler Suriye ordusunu yok ederken, Suudi Arabistan daha barışçıl bir başarıyı kutluyordu: 2034 Dünya Kupası ev sahipliği.
Suudiler ve Körfez ülkeleri muhtemelen İsrail’in toprak hırsından ziyade Türkiye’nin İslamcı ittifaklarından doğrudan bir tehdit hissediyor. Ancak Riyad, İsrail’in Gazze’ye saldırısının Arap dünyasının büyük bölümünü dehşete düşürdüğünü biliyor. Erdoğan’ı engellemek için Netanyahu’ya yaklaşmak tartışmalı olacaktır, özellikle de İsrailliler aynı zamanda Filistinlilerle iki devletli bir çözüm ihtimalini gömüyorsa.
İsrail ve Türkiye güçlü ordulara sahip. Ancak Suudiler, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin mali gücü var.
Riyad’ın izleyeceği yol, Orta Doğu’yu Erdoğan ve Netanyahu’nun eylemlerinden çok daha temelden şekillendirebilir.
(Görsel: James Ferguson / FT)