“Dünya demokrasi için güvenli hâle getirilmeli. Dünya barışı da politik özgürlüğün kendini kanıtlamış temelleri üzerine kurulmalı.” Bu sözler ABD Başkanı Woodrow Wilson tarafından Amerika I. Dünya Savaşı’na girmeden hemen önce, Nisan 1917’de söylenmişti.
Aradan geçen yüz yılı aşkın sürenin ardından mevcut ABD Başkanı bambaşka bir küresel misyona girişmiş durumda. Donald Trump’ın amacı dünyayı otokrasi için güvenli bir yer hâline getirmek.
Trump’ın Ukrayna işgalinden Ukrayna’yı sorumlu tutup Volodimir Zelenski’nin diktatör olduğunu iddia etmesi her şeyi açıklıyor.
Kremlin’in propaganda mekanizmasıyla aynı dilden konuşan ABD Başkanı, Rusya’nın Ukrayna’yı ezip geçerek bu savaşı kazanmasının Trump Amerika’sını son derece mutlu edeceğini göstermiş oldu.
Yaptırımlar kaldırılabilir
ABD-Rusya müzakerelerinin dışında bırakılan Avrupalı ve Ukraynalı diplomatlar Amerika’dan Ukrayna için sağlam güvenlik güvencesi alma çabasını sürdürecek. Ama mevcut duruma bakılırsa Trump Ukrayna’yı av gibi görüyor ve Ukrayna’nın zengin maden kaynaklarının büyük kısmını ABD’ye devretmesini istiyor.
Trump’ı para hariç çok az şeyin motive edebildiğini fark eden Ruslar, Suudi Arabistan’daki görüşmelere son derece cazip ticaret anlaşmaları içeren uzun bir listeyle geldi. Rusya’ya uygulanan ABD yaptırımları yakında kaldırılırsa şaşırmayın.
Avrupa’da hâlâ bütün bu olup bitenleri makul bir zemine oturtmaya çalışanlar var. Ellerindeki zayıf delillerden hareketle Trump’ın savaşta Rusya’nın galip gelmesini istemeyeceğini iddia ediyorlar. Kimileriyse tüm bunların ABD’nin Çin’i yalnızlaştırmak için yürüttüğü zekice bir manevra olduğu görüşünde.
Ama acı gerçek ortada. Vladimir Putin ile Trump Avrupa demokrasilerine aynı yerden, tepeden bakıyor. Putin bu ay başlarında Trump’ın Avrupa’daki “düzeni yeniden tesis edeceğini” ve Avrupa ülkelerinin “efendilerinin ayaklarına kapanıp şefkatle kuyruk sallayacağını” söylemişti. Trump bu ifadeleri sosyal medya hesabından paylaştı.
Trump Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’e hayranlığını da neredeyse Putin övgüleri kadar sık dile getiriyor. Çin’in tek adamıyla anlaşmak ister gibi bir hâli var. Dolayısıyla Trump’ın tıpkı Ukrayna’ya ihanet ettiği gibi günün birinde Tayvan’a da ihanet etmesi son derece muhtemel görünüyor.
Washington’da dedikodu kazanı kaynamaya başladı bile. Söylenenlere bakılırsa Tayvan dünyanın lider yarıiletken şirketi TSMC’nin kayda değer kısmını Amerikalı bir alıcıya satmayı kabul etmezse ABD bu ülkeyi de gümrük vergisiyle tehdit edecek. ABD bir şekilde Tayvan yapımı yarıiletkenlere bağımlılığını azaltabilirse Tayvan’ı yüz üstü bırakması için önünde engel kalmayacak.
Avrupa küçük değil
Rusya, Çin ve ABD’nin liberal demokrasiye düşmanca yaklaştığı bir dünyanın Avrupalıların gözünü korkuttuğu kesin. Ama teyakkuza geçmek için haklı sebepler olsa da ümitsizliğe lüzum yok. Avrupa ülkeleri hâlen kendilerini koruyabilecek önemli kaynaklara sahipler ve bu gerçeği fark edip duruma uygun tepki vermeye başladılar.
Pazar günkü Bundestag seçimlerinin ardından Almanya’nın yeni şansölyesi olmaya hazırlanan Friedrich Merz kısa süre önce “Donald Trump’ın NATO’nun karşılıklı savunma taahhüdünü koşulsuz yerine getirmeme ihtimaline hazırlıklı olmalıyız” diye konuştu. Merz Almanya’nın Amerikan nükleer silahlarına bağımlılıktan kurtulmak için “nükleer paylaşım” konusunda Fransa ve İngiltere ile konuşması gerektiğini söyleyerek bir tabuyu daha yıktı.
Avrupa’nın zaafları malum. Büyüme yavaş, borçlar yüksek, ordular küçük. AB’nin hantal yapısı gibi sorunlara şimdi bir de Putin ve Trump’ın izinden giden aşırılıkçı partilerin yükselişi eklendi. Ama birlik olmuş bir Avrupa’nın hatırlaması ve başvurması gereken kayda değer artıları da var. AB ile İngiltere’nin toplam ekonomisi Rusya’nın yaklaşık 12 katı büyüklüğünde. AB dünyanın en büyük mamul ürün ve hizmet ihracatçısı ve ABD’den ciddi ölçüde daha büyük bir ticaret gücü.
Avrupa dünya biliminin öncüsü. Sağlam bir sanayi temeli var. Trump yönetiminin hukuka yönelik nefretinin ayyuka çıkmasıyla birlikte Avrupa ülkelerinin hukukun üstünlüğüne gösterdiği saygı iş dünyası için hayati önemde olacak ve yatırım çekecektir.
Savaşmak şart
Avrupa genelinde savunma harcamalarını hızla artırmak pekala mümkün. İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki işbirliği yoğunlaşıyor. Bu birliktelik, hantal AB’nin açığını kapatabilir.
Avrupa şu an kendisini tehlikeli biçimde yalnız bırakılmış hissediyor. Ama dünya genelinde Avrupa ve İngiltere ile birlikte çalışmak isteyecek bir gelişmiş liberal demokrasiler ağı var. Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Kanada da buna dahil.
Avrupalılar ABD’deki kara dönemin sonsuza kadar sürmeyeceği gerçeğinden de cesaret alabilir. ABD’deki liberal güçler geri çekiliyor olabilir ama ortadan kaybolmuş değiller. Trump yönetiminin pervasızlığı ve kibri MAGA hareketinin kısa sürede infilak etmesi ihtimalini canlı tutuyor.
Avrupalılar ve onların dünya genelindeki demokratik müttefikleri geçmişte yaptıkları gibi sonunda kendi değerlerinin galip geleceğine güvenerek dayanmak zorunda. Wilson 1917’de “Her zaman en çok değer verdiğimiz şeyler için savaşacağız. Demokrasi için, otoriteye tabi kılınanların kendi hükümetlerinde söz hakkı sahibi olması için, küçük ülkelerin hak ve özgürlükleri için savaşacağız” demişti. Bugünkü Amerika söz konusu savaşın yanlış tarafında. Mücadeleyi AB ve İngiltere sürdürebilir. Hatta sürdürmeleri şart.