Ana Sayfa Arama Galeri Yazarlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Puan Durumu
Sosyal Medya

Yeni Suriye Anayasası: Başkanlık değil islamcı diktatörlük

Geçici Başkan Ahmed Şara’nın imzaladığı bildirge Suriye toplumunda derin bir bölünmeye yol açtı: Demokrasinin adı geçmiyor, devlet başkanının Müslüman olması şart, islam hukuku birincil yasa kaynağı… Azınlıkları ve muhalifleri dışlayan metni Suriyeli gazeteci Sarkis Kassargian analiz ediyor:

Geçici Başkan Ahmed Şara’nın imzaladığı bildirge Suriye toplumunda derin bir

Son 15 yılda yaşanan her önemli olayda olduğu gibi Suriye’deki “Anayasa Bildirgesi” de toplumda derin bir bölünmeye yol açtı. Şam’daki geçici yönetimi destekleyenler ile toplumun geniş kesimleri arasında ciddi bir ayrışma yaşandı. Bu muhalif kesimler yalnızca azınlıklarla sınırlı kalmadı. Seküler Sünniler, ılımlılar, hatta “Şam İslamı” takipçileri ve tasavvuf tarikatlarına mensup olanlar da bildirgeye karşı çıktı. Anayasa Bildirgesi, büyük beklentilerle yayınlanmış olsa da içerdiği maddelere yönelik yoğun eleştiriler ve dışlayıcılık suçlamaları, bildirgenin ülkede istikrar sağlama ve geçici yönetimin meşruiyetini pekiştirme konusundaki yeteneği hakkında şüpheler uyandırdı.

İslamcılar modern anayasa yapabilir mi?

Geçici Başkan Ahmed Şara tarafından imzalanan bildirge, büyük bir medya gösterisi eşliğinde açıklandı. Ancak bazı maddeleri 1950 Suriye Anayasası’nın içeriklerini tekrarlarken, komik hatalar da içeriyordu. Örneğin, Suriye bayrağının şekli ve boyutları belirlenirken uzunluk ve genişlik kavramlarının karıştırılması gibi büyük çelişkiler dikkat çekti.

Bildirgenin imza töreninde, altı din adamından oluşan bir şeriat komitesinin hazır bulunması da tartışmalara neden oldu. Bu komitede eski “Heyet Tahrir eş-Şam” (HTŞ) Şeriat Konseyi Başkanı Şeyh Abdurrahim Atun ve Şeyh Mazhar el-Veys gibi isimler yer aldı. Bu durum, yeni yönetimin destekçileri nezdinde bildirgenin meşruiyetini sağlamak için dini bir kılıf arandığına dair yorumlara yol açtı.

Anayasal bildirgeyi hazırlayan komitenin, yeni yönetimin İslami geçmişi ile modern anayasal gereklilikleri dengeleme kaygıları arasında sıkıştığı görüldü. Örneğin, bildirgede “halk egemenliği” ve “halk adına yargı kararlarının alınması” gibi kavramlar yer almazken, “demokrasi” terimi de tamamen dışlandı. Seçimlerden bahsedilse de net bir mekanizma belirtilmemişti. Dahası, anayasa İslam hukukunu (fıkıh) birincil yasa kaynağı olarak belirledi. Önceki anayasalar ise onu yalnızca “başlıca kaynaklardan biri” olarak değerlendiriyordu.

Devlet başkanının müslüman olması şart

Anayasa bildirgesi, Suriye’nin kıyı kesiminideki Alevi köylerinde yaşanan katliamlar, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Şam arasındaki anlaşma, Süveyda’nın geçici otoritenin meşruiyetini reddetmesi ve İsrail hava saldırılarının gölgesinde ilan edildi. Bu bildirgede yer almayan bazı maddeler, birçok Suriyeli tarafından ciddi bir eksiklik olarak görüldü. Öncesinde, “Zafer Konferansı” düzenlenerek silahlı grupların Şara’yı geçici başkan olarak kabul etmeleri sağlanmıştı. Ayrıca, Şam’da düzenlenen Ulusal Diyalog Konferansı da “dış dünyaya yönelik bir tiyatro” olmakla eleştirildi. Kürtler, Dürziler, Aleviler gibi geniş toplum kesimleri bu sürece dahil edilmedi.

Bildirge, Şara tarafından oluşturulan anayasa yazım komitesinin kuruluşundan yalnızca iki hafta sonra ilan edildi ve bu süreç, birçok kişi tarafından dışlayıcı ve demokratik olmayan bir girişim olarak görüldü.

Metin, devlet başkanının dininin İslam olması gerektiğini ve İslami hukukun temel yasa kaynağı olmasını öngörüyor. Ancak bu maddeler, 2012 Suriye Anayasası’nda da bulunmasına rağmen, bağlamları farklıydı.

Önceki anayasa, İslamcıları kazanma amacı güderken, yeni anayasanın bu hükümleri ideolojik bir dayanak olarak sunduğu değerlendirildi. Bununla birlikte, bildirgede, başkan ve atadığı milletvekillerinin taşıması gereken nitelikler tanımlanmadı. Bu durum, anayasanın özellikle Ahmed Şara için tasarlandığı yorumlarına neden oldu.

Oksijen’e konuşan Suriyeli hukuk uzmanı Gazwan Karnafil, bildirgenin 3. maddesinin 1. fıkrasının devlet başkanının dininin İslam olmasını öngörmesinin, aynı bildirgenin 10. maddesinde yer alan “vatandaşlık haklarında eşitlik” ilkesine aykırı olduğunu belirtti. Karnafil “Bu durum, vatandaşlar arasında eşitliği zedeliyor ve başkanlık gibi kamu görevlerine erişimde fırsat eşitliğini ortadan kaldırıyor” dedi. Anayasal bildirgede, yürürlüğe girdiği sürede uygulanacağı belirtilmiş olsa da kalıcı anayasanın nasıl oluşturulacağı, kim tarafından onaylanacağı ve itiraz mekanizmaları net bir şekilde belirlenmemiş. Bildirgenin 23. maddesi, temel hak ve özgürlükleri koruma vaadiyle çelişkili bir içerik taşıyor. Özgürlüklerin “ulusal güvenlik, kamu düzeni veya genel ahlaka aykırı olmadığı sürece” kullanılabileceği belirtiliyor. Bu tür muğlak ifadeler, eski rejimin “devletin otoritesi” veya “ulusun psikolojik gücüne zarar” gibi kavramlarla ifade özgürlüğünü kısıtlama uygulamalarını hatırlattı.

Ayrıca, başkanın görev süresi beş yıl olarak belirlenmesine rağmen, tekrar aday olup olamayacağı belirtilmemiş. Bu durum, bazı gözlemciler tarafından uzun vadeli bir iktidar kurma stratejisi olarak yorumlanıyor. Gazwan Karnafil, anayasal bildirgenin başkana geniş yetkiler tanıdığını ve hesap verebilirliğini sınırlandırdığını belirtti. Karnafil “Bu bildirge, başkanı yasama ve yürütme yetkilerine sahip, sorgulanamaz bir figür haline getiriyor” dedi.

Bildirge, Suriye’deki yönetim sistemini Fransız modeli olan yarı-başkanlık sisteminden başkanlık sistemine dönüştürdü. Ancak, getirilen değişiklikler yürütme, yasama ve yargı erkleri arasındaki dengeyi bozarak yürütme erkini diğerlerinin üzerinde bir konuma getirdi. Örneğin, Amerikan başkanlık sisteminde olduğu gibi, büyükelçi ve bakan atamalarında yasama organının onayı gerekli iken, bu bildirgede başkana tek taraflı atama yetkisi tanınmakta. Yasama organına uluslararası anlaşmalar üzerinde denetim yetkisi de verilmedi.

Anayasal bildirgede ifade ve basın özgürlüğüne yer verilse de bu hakların “ulusal güvenlik ve kamu düzeni gibi gerekçelerle sınırlandırılabileceği” belirtilmiş. Bu tür belirsiz ifadeler, otoriter yönetimlerde görülen yasakçı uygulamalara kapı aralayabilir.

Azınlıklar ve muhalifler nerede?

Anayasal bildirinin bağlamı, onu hazırlayan komite ve geniş tartışmalara yol açan “ulusal diyalog” süreci göz önüne alındığında, bildirideki hükümlere yönelik eleştirilerin, daha önce diyaloğa yöneltilen itirazların bir devamı olduğu söylenebilir. Bildirinin açıklanmasının hemen ardından, “Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi”, anayasal bildiriyi “geçmişte Suriye’de mevcut olan ve halkın ayaklandığı bireyci zihniyetin bir uzantısı” olarak nitelendirdi. Yönetim, bildiriye “Suriye’nin ulusal çeşitliliğini yansıtmadığı ve ülkenin tüm bileşenlerini gerçek anlamda sürece dahil etmediği” gerekçesiyle karşı çıktı.

Özerk Yönetim’i kontrol eden Kürtler, ülkenin ismindeki “Arap” ifadesinin kaldırılmasını talep ediyor. Bu ifadenin, Kürtler, Türkmenler, Süryaniler, Ermeniler, Asuriler ve diğer etnik grupları kapsayan Suriye halkının kimliğiyle çeliştiğini savunuyorlar. Aynı zamanda Kürtlerin kültürel ve kimliksel haklarının anayasal çerçevede güvence altına alınmasını istiyorlar.

Anayasal bildiri, birinci maddesinde “Suriye Arap Cumhuriyeti, bağımsız ve tam egemen bir devlettir” ifadesini içeriyor. Bu açıklama, İsrail’in Suriye’nin başkenti Şam’daki İslami Cihad Hareketi’ne ait olduğu iddia edilen bir hedefi vurduğu hava saldırısından sadece birkaç saat sonra yapıldı. Bildirinin açıklanması, Suriye’deki en önemli Dürzi liderlerinden biri olan Şeyh el-Akl Hikmet el-Hicri’nin sert açıklamalarıyla da aynı zamana denk geldi. Hicri “Şam’daki yetkililerle hiçbir mutabakat veya uzlaşı yoktur” dedi ve Suriye hükümetini “her anlamda aşırı” olmakla suçlayarak, mevcut yönetimi “uluslararası adalet önünde hesap vermesi gereken bir hükümet” olarak nitelendirdi.

Şeyh Hicri, geçici yönetimi yabancı cihatçıları vatandaşlığa alarak demografik değişim yaratmaya çalışmakla suçladı ve anayasal bildirinin yeniden yazılmasını talep etti. Hicri, geçiş dönemini “belirsiz ve karmaşık” olarak nitelendirerek yönetimin sadece belirli bir gruba bağlı kişilerce yürütüldüğünü, liyakatli kişilere güven duyulmadığını ve hukuki prosedürlerin, uluslararası normların göz ardı edildiğini belirtti. “Mevcut yönetim, zafer kazanmış bir güç gibi hareket ederek, halkın iradesine dayanmayan kararları zorla uyguluyor. Yabancı maskeli kişilerin desteğiyle dayatılan bir yönetim görüyoruz” diyen Hicri, devlet kurumlarının ve altyapının kasıtlı olarak tahrip edildiğini, yetkin olmayan kişilerin liderlik pozisyonlarına getirildiğini, keyfi toplu işten çıkarmalar yapıldığını ifade etti. Yönetimden hesap sorulduğunda ise “intikamcı ve alakasız” yanıtlar alındığını belirtti. Hicri, “Bu durum, Suriye halkının geleceği için büyük bir tehdit oluşturuyor. Adil ve kapsayıcı bir anayasa, tüm toplum kesimlerinin katılımıyla hazırlanabilir” dedi.

Suriye, uzun yıllardır süren iç savaş ve çatışmaların ardından büyük bir yıkım yaşadı. Toplumun farklı kesimleri arasında güvenin tesis edilmesi ve adil bir yönetim anlayışının benimsenmesi, ülkenin geleceği için hayati öneme sahip. Ancak, mevcut anayasal bildirge, bu hedeflere ulaşmak için yetersiz görünüyor. Toplumun tüm kesimlerini kapsayan, demokratik ve şeffaf bir süreçle hazırlanacak yeni bir anayasa, Suriye’nin istikrara kavuşması için atılacak en önemli adım olacaktır.