Doğum oranları ABD, Finlandiya ve Güney Kore’den Türkiye, Tunus ve Tayland’a kadar her yerde düşüyor. Londra merkezli uluslararası ekonomi ve finans gazetesi The Financial Times’tan John Burn-Murdoch’a göre bunun ana sebebi ilişki resesyonu:
Doğum oranlarının günümüzdeki söylem ve politikalarda giderek daha fazla öne çıkması nedensiz değil. Nüfusun yaşlanması ve azalması dünyadaki en güçlü faktörlerden biri ve ekonomi, siyaset, çevre gibi bütün alanları yeniden şekillendiriyor.
Ancak tartışmanın, hatta “doğum oranları” tabirinin bile eksik bir tarafı var. Geçmişte olduğu gibi bugün de aynı hedefle yola çıkılıp çiftleri daha fazla çocuk yapmaya teşvik etme yolları aranıyor. Oysa verilere daha yakından bakınca yepyeni bir sınavla karşı karşıya olduğumuz görülüyor.
Önce ABD örneğine bakalım. 1960-1980 döneminde evli kadınların oranı çok az düşse de kadın başına çocuk sayısı neredeyse yarıya inerek dört civarından ikiye gerilemişti. Hâlâ çok sayıda mutlu ve istikrarlı ilişki vardı. Sadece insanlar daha az çocuk yapmayı tercih ediyorlardı.
Ama son yıllardaki düşüşün esas kaynağı çiftlerin verdiği kararlar değil çift sayısındaki kayda değer azalma. Son 10 yılda ABD’deki evlilik ve birlikte yaşama oranı sabit kalsaydı ülkedeki toplam doğurganlık oranı on yıl öncesinden daha yüksek olurdu.
İlişkiler hem az hem kırılgan
Modern zamanların demografik meselesi sadece çocuk doğurma oranlarındaki gerileme değil bekarlığın giderek artması. Bu da modern toplumların doğasındaki çok daha temel bir değişime işaret ediyor.
İlişkiler sadece daha seyrek değil aynı zamanda daha kırılgan. Eşitlikçi bir ülke olan Finlandiya’da birlikte yaşayan çiftler arasında ayrılma oranı çocuk sahibi olma oranından daha yüksek. Bu da tarihsel normun keskin biçimde tersine döndüğü anlamına geliyor.
Mevcut durumu, ciddi gelire sahip ve bilerek çocuk yapmayan mutlu DINK’lerin (çift maaşlı ve sıfır çocuklu çiftler / double income, no kids) artması biçiminde okuyunca doğum oranlarını etkileyen toplumsal trendler olumlu görülebilir. Ancak bekarlığın ve ilişkilerdeki çözülmenin artışı tozpembe bir hikaye değil. Mesela ilişki ve aile kurma oranlarındaki düşüşün en keskin olduğu kesim en yoksullar. Elbette bekarlıktan memnun birçok insan var ve insanın nasıl ve kiminle yaşayacağını seçme özgürlüğü çok değerli. Ama yalnızlık ve flörtle ilgili hayal kırıklarına dair kapsamlı veriler her şeyin o kadar da yolunda gitmediğini gösteriyor.
Küresel bir trendden söz ediyoruz. ABD, Finlandiya ve Güney Kore’den Türkiye, Tunus ve Tayland’a kadar her yerde düşen doğum oranlarında genç yetişkinler arasındaki ilişki resesyonunun etkisi giderek belirginleşiyor. Partner bulamayanların oranının giderek arttığı bir ortamda çiftlere bebek yardımı yapmak aslında hamle sırasını karıştırmak anlamına geliyor. Sahra Altı Afrika’nın bazı bölgelerinde bile benzer trendler söz konusu.
Kadınların eş değerlendirme tarzı değişiyor
Peki neredeyse dünyanın her yerinde görülen gerilemenin sebebi ne ve neden şimdi yaşanıyor? Aynı anda hemen her yerde yaşanıyor olması, ülkelere özgü faktörlerden ziyade daha kapsamlı değişimlere işaret ediyor.
Akıllı telefonların ve sosyal medyanın yaygınlaşması bu dışsal şoklardan biri. Bekarlığın artışında coğrafi farklılıkların rolü genellikle mobil internet kullanımıyla paralel gidiyor. Özellikle kadınlar mobil internet kullandıkça potansiyel eşlerini değerlendirme tarzları değişiyor. Bu durum sosyal medyanın (ilginç biçimde sadece kadınlar arasında) liberal değerlerin yayılmasını kolaylaştırdığını ve kadınların güçlenmesini sağladığını gösteren araştırmalarla da uyumlu.
İnterneti çok yoğun kullanan Avrupa, Doğu Asya ve Latin Amerika aynı zamanda çiftlerin en çok azaldığı bölgeler. Onları Orta Doğu ve Afrika takip ediyor. Kadınların internete erişiminin kısıtlı olduğu Güney Asya’da ise bekarlık daha nadir.
Sosyal medyanın rolünü abarttığımı düşünmeyin. Ülkeler ve bölgeler arasındaki başka kültürel farklılıklar da hem liberal ideallerin yayılmasına hem de insanların bunlara göre hareket etmesine vesile oluyor. Kast ve töre sistemleri sosyal medya erişiminden bağımsız olarak daha yüksek evlilik oranlarını teşvik ederken kadınların eğitim düzeyi, geliri ve istihdam oranı bölgeler arasında büyük değişkenlik gösteriyor.
Ancak spesifik mekanizmalar tartışmaya açık olsa da bekarlığın yayılması ve bunun doğum oranlarını azaltmadaki rolü başka bir gerçeğe işaret ediyor. Mali teşvikler ve diğer politika hamleleri doğum oranlarını bir parça yükseltebilir ama çok daha güçlü ve temel sosyokültürel faktörlerle baş edemiyorlar.
Çiftleri bebek sahibi olmaya yönelten politikalardan ziyade ilişki kurmayı kolaylaştıran politikalar daha etkili olabilir.
Bekarlığın arttığı bir dünya, çiftler ve ailelerle dolu bir dünyadan daha iyi veya daha kötü olacak diye bir şey yok. Ancak bugüne kadarkinden çok farklı olduğu ve ciddi toplumsal, ekonomik ve siyasi sonuçlar getirdiği ortada. Önümüzdeki muamma da bu: İnsanlar gerçekten böyle mi istiyor? İstemiyorsa neyi değiştirmeliyiz?